
Akciğer kanseri dünyada en sık görülen kanser türlerinden biri olmasına rağmen, hastalığa ilişkin farkındalığı artırmak amacıyla Kasım ayı “Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı”, 17 Kasım ise “Akciğer Kanseri Farkındalık Günü” olarak kabul ediliyor. Tütün ve tütün ürünlerinin tüketiminin yanı sıra hava kirliliği de hastalığın nedenleri arasında yer alıyor.
DÜNYADA HER YIL 2,5 YENİ VAKA, Türkiye’de 45 BİN YAKLAŞIK
Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Üyesi ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Şahin Laçin, dünyada her yıl 2,5 milyon, Türkiye’de ise 45 bin civarında yeni vaka görüldüğünü, bu verilerin akciğer kanserini özellikle erkeklerde, kadınlarda ise ilk sıraya koyduğunu söyledi.
Çapı 2,5 mikrometreden küçük partikül maddelere PM2.5 denildiğini, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük olan bu maddelerin akciğerlerin en uzak noktalarına kadar ulaşabildiğini, hatta solunduktan sonra kana bile karışabildiğini belirten Laçin, şöyle devam etti:
“Bilimsel çalışmalar, PM2.5/metreküpteki her 10 mikrogram artışın akciğer kanseri riskini %15-22 artırdığını gösteriyor. Bu parçacıklar çoğunlukla trafik egzozu, endüstriyel emisyonlar, kömür ve biyokütle yanması gibi kaynaklardan geliyor. Boyutları çok küçük olduğu için vücudun doğal filtreleme mekanizmalarını kolaylıkla bypass ederek akciğer dokusunda uzun süre birikerek hasara yol açabiliyor.”
Türk Toraks Derneği’nin uzun vadeli analizlerine göre PM’nin yüksek seviyelerinin KOAH ve akciğer kanserine bağlı ölüm oranlarını önemli ölçüde artırdığını kaydeden Laçin, bu ince parçacıkların akciğer dokusunda kronik inflamasyon, oksidatif stres ve DNA hasarı oluşturarak hücrelerde kanser sürecini tetikleyebildiğini söyledi.
“PM2.5’İN ARTIŞIYLA KANSER RİSKİ DE ARTTI”
Tütün kullanımının akciğer kanserine neden olan temel risk faktörlerinden biri olduğunu vurgulayan Laçin, şöyle konuştu: “Ancak PM2.5 hava kirliliğinin Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) limitinin 2 ila 4 katı olduğu şehirlerde yaşayan bireylerde kanser riski ciddi oranda artıyor. Mesleki maruziyetler ve genetik yatkınlık da önemli belirleyiciler arasında yer alıyor.” dedi.
Hava kirliliğinin etkisinin esas olarak yıllar içinde biriken kümülatif maruziyetle ortaya çıktığını vurgulayan Laçin, örneğin 10 yıl boyunca DSÖ sınırının üzerinde PM2,5’e maruz kalmanın akciğer kanseri riskini 1,2 ila 1,4 kat artırabileceği bilgisini paylaştı.
TÜRKİYE’DE İKİNCİ SİGARA ORANI %30’UN ÜZERİNDEDİR.
Ana kaynağı toprak olan radon gazının yanı sıra iç mekan hava kalitesinin de akciğer kanseri gelişiminde önemli rol oynadığını vurgulayan Laçin, şöyle konuştu: “Radon gazı dünya çapındaki tüm akciğer kanserlerinin yüzde 3 ila 14’ünden sorumludur. Türkiye’de özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde metreküp başına 50 ila 150 bekerel aralığında radon seviyeleri ölçülüyor ki bu da 100 bekerel sınırına çok yakın veya üzerinde. WHO tarafından tavsiye edilen metreküp başına becquerel Kırsal alanlarda kullanılan kömür ve kereste.” “Bu gibi katı yakıtlar kadınlarda akciğer kanseri riskini 2-3 kat artırabiliyor. Türkiye’de pasif içicilik oranının yüzde 30’u aşması da önemli bir halk sağlığı sorunu.” dedi.
BU İLLER KANSER AÇISINDAN DAHA FAZLA RİSK ALTINDA!
Trafiğin ve sanayi faaliyetlerinin yoğun olduğu metropollerde hava kirliliğinin kırsal bölgelere göre çok daha yüksek düzeyde olduğuna dikkat çeken Laçin, Hava Kalitesi İzleme Merkezi’nin 2024 verilerine göre Türkiye’nin 81 ilin 66’sında yıllık PM2,5 ortalamasının DSÖ limitini aştığını, özellikle İstanbul, Bursa, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir gibi kentlerde hava kirliliği düzeylerinin ciddi kanser riski oluşturduğunu söyledi.
Laçin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örneğin İstanbul ve Ankara’da PM2.5 değerleri bazı dönemlerde metreküp başına 35-40 mikrograma kadar çıkabiliyor ki bu da Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği güvenlik sınırının yaklaşık 7-8 katı. Bu durum sadece akciğer kanseri için değil, KOAH ve kalp-damar hastalıkları için de ciddi bir yük oluşturuyor. Çeşitli uluslararası araştırmalar, metropollerde yaşayan bireylerde akciğer kanseri olasılığının yüzde 20 ila 40 daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.”
Türkiye’de kansere yakalanma olasılığının yüzde 15-20 oranında artması çevresel faktörlerle ilgili olabilir. Son 10 yılda sigara içmeyenler arasında akciğer kanserine yakalanma oranı hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi oranda arttı. Dünya çapında sigara içmeyenlerde akciğer kanseri görülme oranı %15-25’e ulaşırken, Türkiye’de bu oran %17-20 civarındadır. “PM2.5’e yıllık ortalama maruziyet, özellikle büyük şehirlerde, DSÖ’nün metreküp başına 5 mikrogram sınırının oldukça üzerindedir ve sigara içmeyen genç kadınlarda bile riskin artmasına neden olmaktadır.”
Laçin, doğru stratejiler uygulandığında akciğer kanserinin büyük ölçüde önlenebileceğini, temiz havaya erişimin artık bir rahatlık değil, bilimsel olarak kanıtlanmış temel bir halk sağlığı zorunluluğu olduğunu vurguladı.

“HAVA KİRLİLİĞİNİN ÖNLENMESİ İÇİN SOSYAL POLİTİKALAR UYGULANMALIDIR”
İzmir Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı ve Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği Akciğer Kanseri Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Berna Eren Kömürcüoğlu, akciğer kanserine neden olan çevresel faktörlerden biri olan hava kirliliğinin, küresel ısınma nedeniyle atmosferik havanın değişmesiyle arttığını söyledi.
OLASI BELİRTİLER
Akciğer dokusunda ağrılı liflerin bulunmaması nedeniyle kanserin ileri evrede tespit edilebildiğini vurgulayan Kömürcüoğlu, hastalığın olası belirtilerini mevcut öksürüğün şeklinin değişmesi, artması veya devam etmesi, öksürükle birlikte balgamın da çıkması, özellikle balgamda kan görülmesi, nefes darlığı, halsizlik, iştahsızlık ve istemsiz kilo kaybı, boyun veya göğüs duvarında şişlik veya asimetri, sebepsiz ağrı olarak sıraladı.
Kömürcüoğlu sözlerini şöyle tamamladı:
“Hava kirliliğiyle etkin mücadele için ulusal bir politika geliştirilmesi ve gerekli önlemlerin alınması büyük önem taşıyor. Sağlık otoritelerinin bu politikalarla uyumlu çalışması, hava kirliliğini önlemeye yönelik sosyal politikaların uygulanması ve önlemlerin zamanında uygulanması gerekiyor. Halihazırda birçok büyükşehirde orta düzeyde hava kirliliği görülse de sanayileşmeyle birlikte bu oranların artması bekleniyor. Bu nedenle sağlık sektörünün koruyucu ve teşvik edici bir rol üstlenerek ulusal politikaların geliştirilmesine katkı sağlaması gerekiyor.”
